1 Eylül 2012 Cumartesi

bANDSİSTA - Sokak Meydan Gece




Türkiye'deki feminist hareketinin 30.yılında bANDSİSTA'dan armağan. Minicik ama bolca doyuran iki tatlı şarkı : Olur Olmaz ve İsyan

Ben susayım kendilerini dinleyelim.Şöyle diyorlar:
Bu kısa albüm, birbirine değen, aynı iş yerini ya da sendikayı paylaşan, eylemlerde yan yana yürüyen, hayalleri kesişen, geceleri kadeh tokuşturan, konserlerde birlikte dans eden kadınların kolektif emeğinin bir ürünüdür. bANDiSTA’daki kadın icracıların çağrısıyla 8 Mart için beraber şarkı söylemek üzere yola çıktık; günlerce yan yana, her bir kelime hepimizin içine sinene kadar uğraştık, birlikte yazdık, söyledik, kaydettik, sözleri yazarken çoğu kez birbirimizin cümlelerini tamamladık; uzlaşamadığımız noktalarda yepyeni cümleler kurduk.
Bu şarkıların yazılması Türkiye’deki feminist hareketin 30. yılına denk geldi… Bu 30 yıl, bugün bu sözü söylememizi mümkün kılan, ortak mücadelemizin dilini yaratan bir tarih, tarihimizdir. Umarız ki şarkılarımız bize hayatımızın her alanında güç ve ilham veren bu harekete bir katkı olsun.
Yalnız ve hep birlikte, var olduğumuz her yerde,
Yaşasın kadın dayanışması!
bandsista, 8 Mart 2012

Dinlenesi, Çoğaltılası, Haykırılası!

Hemen dinlemek için :  http://tayfabandista.org/bandsista/


// Okumayı Sürdürün

Snijeg : Kadın Gözünden Bosna




‘Snijeg’ Boşnakça ve Hırvatça’da kar.

1997 Bosna.Neredeyse tüm erkeklerini kaybetmiş bir köy.Reçel ve turşu yapıp hayatta kalmaya çalışan kadınların öyküsü.

Erkek egemen zihniyet.Erkekler öldürülmelidir ki gelecek nesil devam edemesin.Yaşlı erkeği öldürmeye gerek yok. O nasıl olsa yeni döller veremez.Kadınlar mı onlar kalsın kendi döllerimizle yeni bir nesil yaratırız onlardan.

Özellikle seçilmiş yazılmış bir hikaye değil.Kadınların zorunlu öyküsü.

Savaş sonrası hayatı tüm gerçekliğiyle gözler önüne seren yönetmen, sanki ilahi bir gözle kadınların yaşantısını izliyormuşuz gibi hissettiriyor bizlere.

Snijeng 2008 yılınsa Bosna’da yapılmış tek film.Aida Begic’in ise ilk uzun metrajlı filmi,Cannes Film Festivalinden de ödülle döndü.

İzleyin, izlettirin..

Aslıhan Çamcı



// Okumayı Sürdürün

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Kim Kaybediyor?




Gerçekten kim kaybediyor söylesenize bir bana? 

Hayattan istediklerini alamayan, çok farklı, çok acayip, kendilerini loser olarak tanımlayan iki erkeğin filmi Kaybedenler Kulübü.

Çoğunluğun bildiği gibi Kaybeden Kulübü hikayesini aynı isimli uzun yıllar devam etmiş/eden bir radyo programında alıyor. Yazının devamının onlarla değil onların filmiyle ilgili olduğunu özenle belirtmek isterim.

Filminle derdim eleştirdiği genel ahlak kuralları ve onlara uymak istemeyen insanların eleştirisi değil; ama ona çok yakın bir yerde.

Filmin üç ana karakteri var. Mete, Kaan ve Kaan’ın hayatına giren gizemli kadın Zeynep. Ancak Zeynep yalnızca başlarda çok farklı ya da filmdeki deyişle duman gibi bir kadın olmayı başarıyor. Çünkü sonraları Zeynep hepimizin bildiği veya öyle zannettiği bir kadına dönüşüyor.

Kaan’ı olduğu gibi kabul etmeyen, onu normlara uygun hale getirmeye çalışan, her şey de kusur bulan, romantik Hollywood filmlerinden çıkmış gibi davranan kısaca kadın olan bir Zeynep çıkıyor karşımıza.

Filmdeki neredeyse tüm kadınlar iki kafadarımızı düzeltmeye çalışan, yapamasalar da sürekli başlarının etini yiyen, toplum kurallarının bekçileri.

Radyodaki müdürleri onlara sürekli bir misyon yüklemeye çalışıyor.

Yardımcıları header “bu kadar çok kadınla” birlikte oldukları için onları suçluyor.

En iyi ihtimalle Mete’yi görmeye gelip ev arkadaşının sevgilisi olan kadın yalnızca sesini çıkarmadan oturuyor.

Kaydenler Kulübü aslında kendi sözünü en sonunda söylüyor: Kadınların özelliği ne biliyor musun? Seni sen yapan özelliklerine aşık olup sonra senden o özellikleri almaya kalkıyorlar.

Ve bu da izleyenlerin çoğu tarafından filmin en gerçekçi ve haklı sözü sayılıyor.

Teşekkürler kaybedenler kulübü. Kadınları kadınlara ve defalarca genellemeler yapmış olsalar da yeniden erkeklere anlattığınız için.

Fragman







// Okumayı Sürdürün

Uzun Bir Sessizliğe İşarettir Kadın Olmak



Zaman ,sesler, yaşam, çocuk,zorluk,çabalamak…Bu kelimeler tanıdık bir o kadar da aşina bize biz kadınlara yaşamın kısa bir parçası olarak da nitelendirilebilir. Kimdir kadın, nedir ya da ne değildir?

Bir sessizlik içinde kaybolan ama aslında çığlıklarını duyurmak için o koskoca toplum içinde feryat figan bağırabilmek için çırpınan ,çırpındıkça kaybolmaya mahkum olan kadın bizim kadınlarımız…

Kadın bir cinsel obje, tutku dolu bir varlık, istenilen, uğrunda mücadeleler verilen yakılan,yıkılan kadın o kadın ki onun uğruna ülkeler yok olmuş, insanlar can vermiştir. Peki bu kadar önemli bu kadınlar neden biz bunu gerçekten hissedemiyoruz ?

Geçenlerde bir sohbete tutuştuk arkadaşımla kadın-erkek muhabbeti üzerine ve çok fena cevaplar aldım kendimce J  kadın- erkek eşitliğinden bahsetme dedi kadın sürekli kendini beğendirme çabasında sürekli toplumda yer edinme çabasında sadece bel altı ve tatmin etme aracı, dahası kadının tek memesi yoksa, herhangi bir uzvu eksik veya sakat olsa alay konusu, dışlanma korkusu üzerine hakim  peki ama okutulmayan,hoooop !!! dünyaya gelir gelmez sen dayak yiyebilirsin, sen 15’inde parayla kocaya gidebilirsin, ömür boyu hizmetçilik yapabilirsin ,canımız ne zaman isterse seni beceririz muhabbetine maruz kalan da kadındır, savaşlarda cepheye silah taşıyan, çocuk doğuran, onu büyüten besleyen yeri gelince nice güzel başarılar kazanan da kadındır.

Şimdi soralım hep bir ağızdan kadın olmak uzun bir sessizliğe işaret değil midir ?

Damla Eker
   
                                                                                                                                  
// Okumayı Sürdürün

Ben Kadınım!


Kadın olmayı önce ben reddettim.

Özgür bir kadındım ben. Üniversitede okuyordum.

İstediğim gibi giyiniyordum.  Ne giydiğime bakmadan yiyip içiyordum.

Özgürdüm, param vardı yetecek kadar. Aklım vardı, cesaretim vardı.

Bana laf etmeyen ailemin, arkadaşlarımın, tanıdık tanımadık insanların takdiri vardı.

Ve her tartışmaya, kadınları aşağıladığını düşündüğüm insanlara karşı masaya bunlarla oturdum ben.

Ve neredeyse hepsini kendi farklı ve entelektüel dünyamızda bunlarla kazandım tartışmaları.


Kazandığımı düşündüm. Ne de olsa özgür ve eğitimli ve farklı ve bla bla bla genç bir kadındım ben.

Bir yerlerde, belki fiziksel olarak çok uzak olmasa da fikren çok uzak olduğum kadınlar vardı. Onlar bu kadar derinlemesine düşünemezlerdi. Çevrelerine boyun eğerlerdi. Kültürdendi biraz, biraz eğitimsizlikten. Bazıları benle aynı okulda okurlardı ama olsun, onların da cesaretleri yoktu. Onlar bu laf dalaşlarını kazanamazlardı ve zaten kazanmak da istemezlerdi.

Ben kazanırdım.

Benim gibiler kazanırdı.

Bizim geleceğimiz biraz daha “farklı” olacaktı. Dünyayı değiştiremesek de yakın çevremizi, kendi hayatımızı daha iyi hale getirecektik. Öyle genç kadınlardık biz.

Başka türlü değil. Kadın olmak suçtur, ayıptır, öyle öğrettiler bize diyen köylü kadınlardan değildik. Hem işe hem eve koşturan süper kadınlar annelerimiz gibi değildik. Akrabalarının yanında ayakta bekleyen yengelerimiz gibi de değildik. Hiç olmayacaktık.

Bir gün, ne kadar seksistsiniz denilen tartışmalardan birinde bir sonraki cümlem

“Beni insan olarak görün, kadın olarak değil.” oldu.

Kadın olmaktansa daha büyük bir paydanın içine girmek istedim. Ne de olsa hepimiz insandık. Hem insan hakları vardı. Bu hepimize yeterdi.

Yetmiyordu ve bunu ben dahil herkes biliyordu.

Hepimiz insandık ama ben karşımdaki adamdan farklıydım. Hatundum, kadındım. Bunları seviyordum. Daha az kadınsı olmak istemiyordum, kadınsı olmak birilerine kadınlığımı sunmak değildi. Kadın değil insan olmak, büyük denize karışmak istemiyordum!

Çok sonra fark ettim.

Ben kadın olmaktan kaçındım. Kadınlığı küçümsüyor diye birileri.

Ben özgür, eğitimli, entelektüel ve sözde bir sürü şey olan genç kadın

Kadın olmaktan kaçınıyordum.

Hepimiz kadın olmaktan korktuk, utandık.

Bacı olduk, insan olduk, anne olduk, kız olduk, hoca olduk.

Ama kadın olmayı nerede yaşarsak, ne giyersek, ne yaparsak yapalım

Kendimize yediremedik.


// Okumayı Sürdürün

24 Ağustos 2012 Cuma

Virginia Woolf – Kendine Ait Bir Oda Kitabı Üzerine Aberegandik Yorumlar



Kadın hareketinin elden düşürmediği önemli kitaplardan biri olan Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf’un belki de en kolay okunan kitabıdır. Kolay okunur, çünkü konu çok somuttur: “Kadın ve edebiyat.” Erkeklerin kadınlara bıkıp usanmadan tekrarladıkları “ezeli” ve de “ezici” bir soru vardır: “Bizler kadar düşünme yeteneğiniz olduğunu ileri sürüyorsunuz. Madem öyle, neden Shakespeare gibi bir deha çıkaramadınız?” İşte Virginia Woolf bu “yakıcı” soruya, tarihsel ilişkilerin kökenine inip kütüphane raflarında şöyle bir gezindikten ve de kısa bir kadın  edebiyatı tarihçesi çıkardıktan sonra esaslı bir yanıt getiriyor. Ve şöyle sesleniyor kadınlara: “Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!..”yazısıyla başlıyor kitabın tanıtımı. Çok güzel tanıtmış keratalar cidden. 

Hacı üniversitenin tiyatro kulübüne gireceğim’ diyen arkadaşımızı nasıl Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sını okumaya yönlendiriyorsak, felsefe ile ilgileneceğim diyen genç arkadaşlarımızı nasıl ‘Sofie’nin Dünyası’na yönlendiriyorsak, psikoloji bölümü 1. sınıf ciklerini nasıl Freud, Jung okumaya sevk ediyorsak, bu konuyu araştırmak isteyenlerin eline de bu kitabı tutuşturacağız galiba.

Kitap 6 bölüme ayrılmış. İlk 5’ine pek gerekli diyemeyeceğim, Shakespeare’nin kardeşi Judith’in hikayesinin anlatıldığı bölümü saymazsak, kitabı alan birisinin sadece 6. bölümü okuması, kitabın özünü anlamasına yetecektir.
Tanıtım yazısını çok beğendiğimi söylemiştim. Çünkü ‘kısa bir kadın edebiyatı tarihçesi çıkardıktan sonra’ diye bir ibare geçiyor. Çok doğru söylenmiş. Kadın ve Edebiyat üzerine daha uzun bir tarihçe çıkarılabilirdi diye düşünüyorum, çıkarılmalıydı da. Esaslı bir yanıt getirmiş-miş. Yok öyle bir şey. Bence daha iyi savlar öne sürebilirim bu ‘kadınların yazamaması’ konusunda. Virginia Woolf evet çok iyi ve çok akıcı bir metin çıkarmış ortaya. Ama hepsi bu kadar. Kadınlar niye yazamaz? sorusuna esaslı bir cevabı filan yok. Böyle bir çabası da yok zaten, başta açıklıyor. Son bölümde ‘en iyisi boşverin bunları, erkek yazarlardan biri bu konuda daha kapsamlı bir şeyler yazabilir’ diyor, burada bir ironi varmış gibi düşünebilirsiniz, ama bana böyle gelmedi. Kadın yazarların gelişiminin devam edeceğini savunuyor sadece. Bir Shakespeare ortaya çıkarmak zorunda değiller belki ama 100 tane iyi yazar say deseniz, muhtemelen tek kadın yazar ismi saymam. Bu da bir gerçek. Hele ki Türk Edebiyatı’nı göz önüne alacak olursak. Biraz realist olmak lazım.

Kitapta değinilen en değerli nokta ‘kadın yazarların kadın gibi yazmaması, erkeğe benzemeye çalışması’ idi. Bu nedenle başarısız olunduğunu ileri sürüyor Woolf. Doğru bir yaklaşım, Jane Austen bunun en iyi örneği. Evlilik, Aşk, Gurur gibi konuları kadın yazarın kaleminden okumak lazım. Jane Austen’in kadınların ilgi alanlarını yazması nedeniyle bugün bu kadar okunan bir yazar olduğunu söylüyor. Mantıklı.

Kitabın genelinde ‘kendinize ait bir odanız olsun, ekonomik özgürlüğünüz olsun’ gibi mesajlar veriliyor. İyi yazmanın kuralu buymuş. Saçmalık. Tam anlamıyla bahane. Erkek yazarlar villalarında yazıyordu sanki. Kitabı nerede yazdığınızın bir önemi olamaz bence. Yok bulaşıkmış, yok ütüymüş, yok çamaşırmış, kadınlar bunlarla ilgilendiği için yazamıyormuş. Hepsi bahane. Hayatın daha büyük sorunları varken bunları bahane edip yazamamak çok komik görünür herhalde.

Son bölüm haricindeki bölümlerde bazı erkek düşünürlerin, yazarların kadınlar hakkındaki düşüncelerine, sözlerine yer verilmiş. Mesela Napolyon, mesela Mussolini… Bir yerde ya arkadaş niye bu kadar çok düşünüyorsunuz kadınlar üzerine, altı üstü kadın diyerekten bir konu geçiyordu, çok koydu lan :/ Kadın haklı beyler.
6. bölüm ilgi çekiciydi. Sanırım bu yazımın sonlarına doğru kadınları gaza getirecek birkaç laf etmeliyim diyerek başlıyor. Yazın diyor, paranızı kazanın, kendinize ait bir odanız olsun ve yazın erkekler ne der diye düşünmeden yazın. Ama Virginia Woolf’un en beğendiğim yanı ‘kadınlık gururu’ gibi bir saçmalıktan bahsetmeyişi. ‘Yazalım, hadi erkekleri yenelim, dünyaya hakim olalım’ düşüncelerinin ötesinde yazmış yazacaklarını. Bunun bir savaş olmadığından bahsetmiş. Haklı da. Bazen düşünüyorum diyor, bu iki cinsiyet birbirini tamamlıyor. Kadınlar kitap yazamıyormuş, kadınlar kurmaca yazın anlamında hiçmişler kimsenin umrunda değil.
Kitap İletişim Yayınevi’nden çıkmış, 6 bölümden oluşuyor ve 127 sayfa. Suğra Öncü tarafından çevirisi yapılmış. Hayli de iyi yapılmış. Orijinal adı A Room of One’s Room.

Not: Düşündüm de yazılacak ne kadar çok şey var hakkında, lanet olsun daha 1 saat boyunca yazabilirim, ama sıkıldım :p Devamı haftaya filan, muhtemelen haftaya da unuturum. En iyisi mi siz alın okuyun.

M.G
24.08.2012
// Okumayı Sürdürün

21 Ağustos 2012 Salı

Bin Muhteşem Güneş - Khaled Hosseini



Sıkıcı olmayan bir kitap okusak, ne okusak?

Araştırma kitaplarından sıkıldığında okuyabileceğin bir kitap : Bin Muhteşem Güneş 

Babasının gayri meşru çocuğu olan Meryem'in, bambaşka hayalleri olan Leyla ile hayatlarının kesişmesi, bulundu
ğu coğrafyada kadın olmanın zorluklarının iliklerine kadar hissetmesi ve direnmekten vazgeçmeyen Afgan kadınlarının hikayesi...

Uçurtma Avcısı'nın yazarı Khaled Hosseini'den... Uçurtma Avcısı kadar çok beğenmemiştim ama teması ilginizi çekebilir (:




M.G.
// Okumayı Sürdürün

OSAMA : Kadınlığın Yasak Öyküsü



2003, Afgan yapımı Osama...
Taliban yönetimi altında 'yasal bir eşlikçisi' yani kocası bulunmayan kadınların kadın olarak ayakta kalma çabasını anlatan mükemmel bir film. Bu sıralar Afganistan'da kocası olmayan kadın sokağa çıkamamaktadır. 

Ama büyükanne, anne ve küçük bir kız çocuğundan oluşan ailemiz hayatını devam ettirmek zorundadır. Bu nedenle 12 yaşındaki küçük Osama'yı erkek çocuk kılığına sokarlar, Osama bu şekilde eve para getirmektedir. Taliban aynı zamanda tüm erkek çocukları da kendi medreselerine almaktadır. Bu sırada Osama da zorla bu medreseye kaydettirilir. Yavaş yavaş ergenliğe adım atacak olan Osama'daki garipliklerin diğer çocuklar tarafından fark edilmemesi imkansızlaşır.
Yazar ve yönetmen: Siddiq Barmak. IMDb'den 7.3 puan almış ancak çok daha fazlasını hak ediyor. Izleyin derim canlarım (=

Filmde en etkileyici sahne, Osama'nın kaçmaya çalışırken Taliban tarafından beyni yıkanmış ufacık erkek çocuklar tarafından parçalanırcasına yakalanmaya çalışılması idi. Aynı zamanda aldığı ceza sırasında kadın olduğunun öğrenilmesinde de bir itham bulunduğunu düşünüyorum :)


M.G.








// Okumayı Sürdürün

17 Ağustos 2012 Cuma

4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün - Her yasak kendisine bir de ’yasak delici’ alternatif sistem yaratır



1987 Romanya’sının karlı günlerinin içimize işleyen tüm soğukluğu.Film, şiddetle ürkütüp ezen bir totaliter iktidarın, ülkenin her yanında yarattığı giderek artan sosyal ve politik çürümeyi tüm gerçekliğiyle gözler önüne seriyor.

Otilia ve Gabita Bükreş’te bir üniversite yurdunda oda arkadaşı.Gabita’nın istenmeyen hamileliğini sonlandırmak için yasadışı olan kürtaja başvuruyorlar.Tabi bu pek de kolay olmuyor.


Film rahatsız edici.Öyle ki her an beklenmedik bir gelişme bekliyoruz. Huzursuzca sizi kendine bağlayan, etkisinden uzunca süre çıkamayacağınız bir yapım.

Şunu söylemekte fayda var.4 ay, 3 hafta, 2 gün bir kürtaj filmi ya da anti-komünist söylemleri haykırma amaçlı bir Romanya hikayesi değil.İki kadının dayanışma hikayesi,varoluş mücadelesi,fakirliğe,kurallara,yasaklara inat bir fedakarlık öyküsü.  


İzleyin,izlettirin..





Aslıhan Çamcı
// Okumayı Sürdürün

Sinem'in Halleri-Her Şey Olduk Da Bir Tek Kadın Olamadık



Bir kadındı beni dünyaya getirmek için karnında taşıyan ve beni hayata adım atmam için yetiştiren.En çok emeği geçen ama hep göze görünen erkekti.Değerliydi, zorlukları sırtlanan oymuşçasına takdir gören idi.Netice de eve ekmek getiren! idi.Ama evde ki kadın için bu fırsat hiç tanınmadı sormadılar ki sende böyle bir sorumluluğu üstlenmek ister misin diye.Fikrimiz sorulmadan bize dayatılan bu hayatta soyumuzu devam ettirme hakkını bile vermediler. Çünkü bu görev erkeğindi her zaman öyle ki 'kızlık soyadı' denen şey bile erkeklerin kabul edilen soyadını almak içindi çabalarken de.Kadın olmak zordu,çileliydi de en zoru da toplumda kabullenilemememizdi. Doğmamızla birlikte daha ne olduğunu anlayamadan küçüklükten dayatıldı ev işleri. Sonra regl olduk ve genç kızlığa ilk adımı attık. Ama hala kadın sayılmadık. Ama namusumuz herkesçe korunma altına alındı. Bİr o kadar da göz önünde oldu. Kısa giyersek namusumuz kirlenecekti, açık saçık giyersek vücudumuzu sergilemiş sayılıp erkekleri tahrik edecektik. Neden onların her an 'tecavüz etme' potansiyeli doğal karşılanırken bize engeller konuldu?Sahi ne zaman bize fikrimiz soruldu?
Ev işine yardımcı da olduk,ev kızı da olduk,abla,kız çocuğu,genç kız...herşey olduk da bir tek kadın olamadık. En çok üzen de buydu aslında. Sırf kadın olduğumuzu göstermek için bir erkekle mi birlikte olmak zorundaydık? Kime niye neden kanıtlamak zorundaydık?

Sinem Üzer
// Okumayı Sürdürün

Kurtuluş Son Durak: Freni Patlayan Bir Direniş Hikayesi



‘Biz şiddetin her türlüsüne karşıyız!’ sloganı ile seyirciyle buluşan film, ‘kadına yönelik şiddet’i ultra-pembe bir boyutta işlerken, kullandığı feminist söylemin içini dolduramayan,derli toplu bir kadın filmi olmaktan öteye geçemiyor. Ne diyelim, hiç yoktan iyidir!

Yusuf Pirhasan ilk uzun metraj filmi olan  ‘Kurtuluş Son Durak’ta; hem ‘kadına yönelik şiddet’ gibi travmatik boyutlara ulaşmış toplumsal bir meseleye giriyor hem de tanınmış oyunculardan oluşan bir kadroyu yönetiyor. Yani; bir ilk filme göre, göreceli avantaj veya dezavantaj içeren durumlar barındırıyor film. Ancak yönetmenin en büyük dayanağı hiç şüphe yok ki, Türk sinemasının en önemli kadın filmlerinde imzası olan Barış Pirhasan.
Atıf Yılmaz’ın ‘Adı Vasfiye’, ‘Ahh Belinda’ ve ‘Kadının Adı Yok’ gibi kült filmlerinin senaristi olan Barış Pirhasan’ın uzun bir aradan sonra kaleme aldığı ‘kadın filmi’nin yönetmen koltuğunda ise oğul Pirhasan var. Lakin bu defa sonuç pek de parlak sayılmaz..



İstanbul Kurtuluş’ta adeta bir ‘kaybeden kadınlar apartmanı’ndayız..Kocasından fiziksel şiddet gören Gülnur, ömrü yaşlı babasına bakmakla geçen Vartanuş Hanım, evlilik hayaliyle metres hayatı yaşayan eski bir pavyon şarkıcısı Goncagül ve emekli kocasıyla tekdüze hayatından sıkılmış bir kuaför olan Füsun..Yani; herbiri hayatlarına erkeklerin yön verdiği, bir apartman dolusu kadın..Evlilik arifesindeyken sevgilisi tarafından terkedilen ve bunalımda olan psikolog Eylem’in de apartmana taşınmasıyla kadro tamamlanıyor denebilir. Bir diğer deyişle; hepsi bir nevi klişeleşmiş ‘kadersiz kadın tiplemeleri’!


Sıkıntılarını  sindirerek yaşamaya alışmış bu hanımlar, Eylem’in başından geçen trajik ve de trajikomik bir olay sonucu,birbirlerine daha da yakınlaşıyorlar. Erkeklerden farklı şekillerde darbe yemiş olan bu beş kadın, birlikte hareket etmenin ve dayanışmanın gücünü keşfettiklerinde ise direnişin fitili ateşleniyor. Elebaşı ise adıyla isabet elbette ki ‘Eylem’.?!



Kısaca Barış Pirhasan’ın öyküsü, seyirci tarafından hazmı son derece kolay bir olay örgüsüne ve tanıdık karakterlere sahip. Bir de popüler aktrislerden oluşan bir kadronuz olunca, ortaya dikkat çekici bir ana akım film örneği çıkarmanız kaçınılmaz bir sonuç.
Eylem her ne kadar; ‘Onlardan en iyi intikamımız inadına ayakta kalmak ve inadına iyi yaşamakla olur!’ diyerek erkek şiddetini bertaraf etmenin reçetesini verse de; ‘kazara’ da olsa işler çığrından çıkıyor ve şiddet şiddeti doğuruyor..Ve bu nokta da film eleştirdiği şeyin ta kendisi oluveriyor! Hikayenin vardığı bu sonuç, her ne kadar ironik bir anlatı tercihi olarak kabul edilebilirse de, zaten abartılı boyutta mesaj verme kaygısı ve didaktikliğe sahip bir filmin iyi niyetini gölgeliyor. Popüler kitleye yönelik bir film olduğu düşünüldüğünde ise; ‘Çözüm kadının erkeksileşmesi mi ya da şiddete karşı şiddet mi? gibi akıllara ziyan çıkarımlar doğabilir ki, aman diyelim!

Film, tür olarak ‘kara komedi’ kulvarında kabul edilebilecek bir yapım. Ancak toplumsal acılardan yetkin bir mizah çıkarmak, cesur olmanın yanı  sıra, sosyal eleştiri zemininden de kopmamayı gerektiren ince çizgilere sahip bir yazım alanı.. ‘Kurtuluş Son Durak’ ise dillendirdiği meseleye pembe gözlüklerin ardından baktığı ve şiddeti fazlasıyla stilize ettiği anlatım diliyle bir kara mizah zaferi sayılmayacaktır. Bu sonuç en çok karakter açılımlarında vuku bulan bir durum. Kadınların psikolojik altyapılarının ve duygusal gelgitlerinin  tek boyutlu sunulması ,onları televizyon dizilerindeki kadın prototiplerine indirgemiş diyebiliriz. Fazla karikatürize edilmiş roller konunun ciddiyet zeminini de bir hayli hırpalıyor açıkçası.

Bir de azimle filmin içine yerleştirilmeye çalışılmış ama sığ kalmış ironik bir kullanım var ki,seyircinin zekasını hafife alan cinsten. Umutsuz kadınların toplandığı bir apartmanın ‘Saadet Apartmanı’ olması, bir de üstüne Kurtuluş’ta olması, direnişin başını Eylem’in çekmesi, mor fularlar vb…



Pirhasan’ın oyuncu kadrosuna da parantez açmakta fayda var .Çünkü hikayeyi keyifli kılan en önemli şey, Demet Akbağ,Asuman Dabak,Belçim Bilgin ve Ahmet Mümtaz Taylan gibi yüksek rol gücüne sahip oyuncuların perdedeki performansları. Filmin ‘birlikten güç doğar’ mesajındaki gibi, oyuncuların güç birliğinden de zevkli bir seyirlik çıkmış ortaya. Oyuncuların filme katkısı bu açıdan su götürmez bir gerçek. Renkli set tasarımı ve özenli sanat yönetmenliği de hem oyunculukları tamamlıyor hem de filmin mizah yönünü doğru yönde etkiliyor. Çünkü geneline bakıldığında filmin mizah dozajı, her ne kadar konuyu ciddiyetten epey bir uzaklaştırsa da,aynı zamanda seyirciye filmin içine girebileceği fırsatlar sunuyor. Hatta yer yer sağlam kahkahalar çıkabiliyor bünyeden.
Finale doğru ise filmin mesaj verme kaygısı adeta tavan yapıyor. Kadınların direnişi ve eylemi, birkaç sahne ile apartmandan memlekete yayılıveriyor, ucu açık bir  finalle de sonlanıyor. Kısacası kullandığı feminist söylem havada asılı kalıyor. Böylelikle gerçeklikle zaten zar zor inşa edilmiş olan tüm bağlar kopuyor ve ‘Kurtuluş Son Durak’ bıçak sırtı bir konuda havada hoş bir seda bırakıp gidiyor..


Öyle çünkü içinde bulunduğumuz tablo filmdekinin fersah fersah uzağında malesef…Memlekette gün geçmiyor ki kadınların katledildiği yeni bir vahşet yaşanmasın. Durum bırakın iç açıcı olmayı geleceğe umutla bakmaya bile engel. Bu ülkede sadece boşandığı için doğranan kadınlar varken,üstüne bir de dayak yemiş kadınları evlerine gönderen polisler,koruma istemesine rağmen kadınların öldürülmesine seyirci kalan savcılar var. En tehlikelisi de şu ki; kanıksanmaya başlandı olup bitenler,alışıldı.. Artık, kadına yönelik fiziksel,psikolojik ya da cinsel şiddet, istikrarı şaşmayan nur topu gibi bir gündem maddemiz!



‘Kurtuluş Son Durak’ işte bu ağır tabloyu hafif boyutuyla ele almayı tercih eden, çözüm odaklı olmaktan fazlasıyla uzak sadece gülünüp hoş vakit geçirilebilecek bir kadın filmi. Ama hakkını vermek gerekirse de; kadın cinayetlerine,onları hedef alan şiddete bazen öyle kulak tıkıyoruz ki; film sadece konuyu hatırlatıyor,gündeme getiriyor olmasından ötürü bile sosyal bir sorumluluk taşıyor.Yöntemi garip de olsa ‘kadın dayanışmasını salık veriyor..Ne diyelim; hiç olmamasından da, varsın böylesi de olur,kabul!


Damla Eker    
// Okumayı Sürdürün

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Aslı'nın Halleri - Kadının rengi toz pembeydi.Hayatta kalamasın uçup gitsin diye.





Kadın doğdum ben.Kendime bile ırak kim olduğumu bilmeden geçti zaman.Kadının rengi toz pembeydi.Hayatta kalamasın uçup gitsin diye.Aslında sadece yaşamak istedim,özgürce yaşamak.

Erkek çocuklarla oynama dediler önce.Kendimi korumalıymışım.Ama neden? Neyi korumalıyım ben?Onlar ki kadını hep koruma görevini üstlenenler neden kadına en çok zarar verirler?

Bedenim değişti sonra.Gül memelerim uç gösterdi.Kendimi sevmem yasaklandı.Sakla hemen onları!Oysa ben nasıl sevmiştim bu değişime gün gün tanık olmayı.

Bedenimden akan kan,benim hayat suyum.Ne güzelsin oysa sen.Ne kadar özelim ben.Bir hayatı karnımda büyütebiliyorum.Bu da mı saklanmalı?

Acaba her yer böyle mi?Belki de değildir.Sen kızsın şehir dışında okuyamazsın dediler bana.Göremedim.

İstediğin mesleği seçemezsin sen.Aslında okumasan da olur,hayırlı bir nasip bulunur nasıl olsa.

Evleneceğin adamı seçemezsin altına yatacak sen olduğun halde.İstediğini giyemezsin,istediğinle konuşamazsın mahallenin orospusu yaparız seni.

Kadın olmak o kadar zor,o kadar acınası,o kadar zavallıca geldi ki bana.Onlar değil ben utandım.Erkek kıyafetlerini geçirdim sırtıma.Alın sizin yücelttiğiniz gibiyim.Artık özgür olabilir miyim?
Olamadım.

Akan yollarda yürümeyi koşmayı isterdim aslında. Kadınsan çıkıp gezemezsin herkesin olan dünyayı İzin yok yine kapat kendini odana.
İtiraz mı?
Her an ellerini kaldırmaya hazırdırlar.Yerde tekmelenirken şiddetin teri sıçrar suratına.

Kadın olmak zor.Güvensiz.
Sen yoksun.Onlar var.

Ben Kadın.
Doğduğum gün öldürüldüm.
Yaşayamadığım her gün öldüm.


Olmayan yerde var olmaya çalışan bir ben,

Aslı.


// Okumayı Sürdürün

II. Kadınlarla Toplumsal Cinsiyet Eğitimi Sona Erdi

Toplum Gönüllüler Vakfı tarafından yapılan Kadınlarla Toplumsal Cinsiyet Eğitimleri’nin ikincisi Çanakkale/Assos’ta 5-11 ağustosta 22 katılımcıyla gerçekleştirildi.

Aktif eğitim metoduyla tasarlanan eğitimde katılımcılar toplumsal cinsiyete dair kendi hayatlarına dair paylaşımlarda bulunmakla birlikte cinsiyet rolleri ve ayrımcılık, kadın bedeni ve cinselliği, kadın(ların) dayanışması, kadın hakları ve feminizmin tarihsel gelişimi, LGBTT bireyler gibi konularda da tartışma ve bilgi aktarımları yaptılar. Ayrıca gelecek dönemde yerellerinde ve ulusalda gerçekleştirebilecekleri yeni projeler üreterek eğitimden ayrıldılar.  
// Okumayı Sürdürün

İletişim




facebook için:
https://www.facebook.com/pages/%C5%9Eerbetleniyoruz/403857599672344

twitter için:twitter.com/serbetleniyoruz

e-posta: toplumsalcinsiyetblog@gmail.com


Ekip:
Aslıhan Çamcı//
Berfin Azdal//
Cemre Karabiber//
Derya Azim//
Pelin Gezer//
Zeynep Meltem Torun//

// Okumayı Sürdürün

14 Ağustos 2012 Salı

Her Kadının Temize Çekmeye Çalıştığı Bir Hikayesi Vardır Aslında





Saklanmak, acındırmak.

Kurtulmak, değiştirmek yerine, mazeretinin haklı görülmesini sağlamaya ve bunu hissetmeye çabalamak...

Taraftar aramak... Mahkumiyeti seçmek...

Hani meşhur özdeyiş var ya; İsteyen çare, istemeyen mazeret bulur diye... Çok doğru!

Ne yapayım çaresizim, çaresizdim diyen pek çok kadın,kardelen olarak yetişen sonra bu şansı değerlendirip binlerce kadına, genç kıza umut olan kadın,hayatla mücadele eden şansız doğan kadın,eşitliği savunan kadın,yaşamı seven,doğuran,eğitim alan ya da bunu hiç tadamayan kadın,aşık olan kadın,kendinden ödün veren kadın,kısıtlanan,dayak cennetten çıkmadır diyerek her gün üç posta dayak yiyen kadın,çocuklarına analık eden kadın,savaşlarda cephelere mermi taşıyan yine kadın hep kadın…
Peki nedir bu kadın düşmanlığı ? Toplumda çok büyük bir önem arz eden kadınlar neden çeşitli şiddet türlerine maruz bırakılıyor? Bir mal gibi alınıp satılma,adam yerine konmama,acınası durumlara sürüklenerek çaresiz bırakılmaları değil sadece kastım bi araştırma yaptım ve bakın kadınlara uygulanan şiddet kaç türlüymüş.


1-Fiziksel Şiddet
2-Duygusal Şiddet
3-Ekonomik Şiddet
4-Cinsel Şiddet
gibi bir sürü şiddet teması var. Peki ama neden dediğimizde yine bir araştırmadan aldığım rapor karşıma çıkıyor beni şaşırtırcasına. Bu raporda kadına şiddetin baskın olmasının sebebi olarak öncelikle erkeklik hormonu  testesteronun  şiddet kullanma eğilimini arttırdığı yönünde tezler var. Erkeklerde saldırgan davranışların yaşla birlikte düşüş göstermesi, testesteron hormonunun şiddet uygulamada etkili olduğunu düşündürmektedir. Ayrıca şizofreni ve alt tipleri gibi psikotik durumlar ve kişilik bozuklukları da –antisosyal, narsistik – şiddeti yükseltebilmektedir. Madde kullanımı alkol uyuşturucu diğer detaylar olarak lanse ediliyor.



Şiddet uygulama ve şiddete maruz kalma öğrenilen bir davranıştır. En önemli öğrenme kaynağı ise, şiddeti uygulayan kişinin kendi ailesidir. Çocukluk ve gençlik dönemlerinde, aile içi şiddetin uygulandığı bir ortamda yetişenlerin, şiddet gösterme eğilimine sahip oldukları bulgulanmıştır. Ayrıca şiddetin, toplum tarafından paylaşılan bir değer yargısı (“kızını dövmeyen dizini döver”, “kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” anlayışları ve annesini, kız kardeşini döven erkek çocuğunun itibar görmesi gibi) olarak kabul edilmesi ve kuşaktan kuşağa aktarılması da sosyal bir neden olarak kabul edilmektedir. Toplumların sahip oldukları iletişim becerilerinin zayıflığı, duygu ve düşüncelerin kışkırtıcı biçimlerde ifade edilmesi alışkanlığı, bilinçsizce yapılan suçlamalar, hatalı namus ve ahlak anlayışları da şiddetin sosyal nedenleri arasında sayılabilir. Yoksulluk, eğitimsizlik, hayat karşısında başarısız olmak, beklentilerin ve kazanılmış niteliklerin yoksunluğu, kadınların sosyo-ekonomik bağımlılığı, kadının mesleğinin ve gelirinin erkekten daha iyi olması gibi sosyo-ekonomik baskı unsurları da şiddet uygulanmasına neden olabilir.



Yine aldığım bir araştırmaya göre Şiddet gören kadın,


Korkar: Korku, şiddete maruz kalan kadının en baskın duygusudur. Korku uyku düzenini etkiler; uykusuzluk ve kabuslara yol açar. Bu safhada kadın yardım almayı ister ama erkeğin müdahale eden kişilere de zarar vereceğinden korktuğu için şiddeti gizleme eğilimine girer.
Benlik saygısını yitirir: Sürekli şiddete maruz kalmanın en belirgin sonucu kadının özsaygısı düşer. Kadın kendisine takılan "çirkin, aptal, beceriksiz, kötü anne, pasaklı, geri zekalı …" gibi sıfatları benimsemeye başlar. Yaşamı üzerinde kontrolü kaybetme duygusu yaşar ve karar vermekte zorlanır.
Baskıyı içselleştirir: Bir kişinin kendisinin daha önemsiz olduğuna ve kötü davranılmayı hak ettiğine inanması, karşısındaki kişinin şiddet uygulamaya devam etmesini kolaylaştırır. Bu durumda kadın tüm hatanın kendisinde olduğunu kabullenir.
Kendini suçlar: Şiddete maruz kalan kadın sıklıkla kendini suçlar ve erkeği şiddet uygulaması için tahrik ettiğine inanır. Şiddet uygulayan erkeklerin neredeyse tamamının iddiası da budur. "Neden ille dayak aranıyorsun?" "Dediğimi yapsaydın dayağı da yemezdin?" Kadın elinden geldiğince erkeğin istediği gibi davranmaya gayret eder. Şiddeti hakkettiğine ikna olur. Oysa şiddetin kadının davranışları ya da kişiliği ile bir ilgisi yoktur.
Karmaşık duygular hisseder: Saldırgan eş her zaman saldırmaz. Uzun aralıklarla sevecen ve ilgili bir koca olabilir. Bu durum kadında karmaşık duygulara yol açar. Şiddet yüzünden evliliğini bitirmek istemez. Öte yanda gelecek kaygısı da duyar.
Yalnızlık çeker: Şiddete maruz kalan kadın, çocuklarının ve yakınlarının güvenliği için sessiz kalmayı tercih edebilir. İçinde bulunduğu durumdan utanır ve başkalarından yardım isteyemez. Ayrıca kocası; arkadaşları ve ailesi ile görüşmelerini de kontrol ettiği için toplumsal desteği azalır. İçine düştüğü yalıtılmışlık duygusu durumunu gerçekçi bir gözle değerlendirmesini engeller. Böylece erkeğe olan bağımlılığı artar.
Eşinden umudunu kesmez: Şiddete maruz kalan kadın içinden sürekli erkeğinin bir gün değişeceği ve hayal ettiği gibi biri olacağı umudunu taşır.
Duygulanım bozukluğu yaşar: Şiddete maruz kalan kadının duyguları ani olarak değişir- ağlarken güler, gülerken öfke patlaması yaşar.
Öfkelidir: Şiddete maruz kalan kadın kızgınlığını genellikle şiddet kaynağına değil başkalarına -sıklıkla çocuklarına yöneltir. Şiddetin gerçekleştiği anlardan yıllar sonra bile kadının içindeki öfke canlılığını koruyabilir ve hafif bir kışkırtmayla öfkesini başkalara yönlendirir. Kadının intikam alma isteği öylesine güçlü bir hal alabilir ki, bu ihtiyaç tüm yaşamını yönetebilir.


"Dünya Sağlık Örgütü (WHO)'nün 2002 yılı raporlarında belirtilen tahminlere göre tüm dünyada üç kadından biri yaşamlarının bir döneminde dövülmekte, cinsel ilişkiye zorlanmakta ve diğer yollarla taciz edilmektedir. Tacizi yapan kişi genellikle kendi ailesinden biri ya da tanıdığı bir kişidir.


TÜRKİYE’DE KADINA ŞİDDETİN BOYUTLARI
Avrupa Birliği standartlarına göre her 7500 kadına bir sığınma evi kurulması mecbur tutulmuşken; Türkiye'de toplam dokuz kadının sığınma evi vardır. Bu da ortalama 3 milyon kadına bir sığınma evinin düştüğünü gösterir. SODEV araştırmasına göre; mevcut sığınma evleri de güç koşullar altında çalışmaktadır. Belediyeler ise; açılan birçok sığınma evini kapatmıştır.


İlginçtir  bu saptamalar ve hesaplamalara rağmen bu tutarsızlıkların içinden çıkıp kendine yeni bir hayat kurabilen kadınlarımızda vardır. Her şeye rağmen temize çekilmeğe değer hikayelerin sürmesi dileğiyle…


                                                                                                                Damla EKER.

// Okumayı Sürdürün

Başak'ın Halleri - Ben Kadınım


Merhaba !
Ben bir kadınım;
Küçük yaşta öğretmeye başladılar bunun ne demek olduğunu.
Öyle her şeye gülünmemeliymiş, ortalık yerde çok dolaşılmazmış laf olurmuş, kısacık etekler elbiseler giyilmezmiş namus gidermiş...
Sahi neydi namus? Onların namus dedikleri şey iki bacak arasında mıydı gerçekten?
Önce “kız”dım, sonra “kadın” mı olurdum?
Ben bir kadınım;
Şiddetle, dayakla günler belki yıllar boyu işkenceye maruz bırakılan.
Sesimi çıkarmaya kalkarsam neler olacağıyla ilgili tehditler savrulan, “ölüm” dahil...
Ben bir kadınım;
Görevlerim ;
!Çocuk-“lar” yapmak ve onlara bakmakmış;
Evet çocuk-lar, kimi yerlerde bana,kadına, damızlık hayvan muamelesi yapıyorlar.
!Bir diğer görevim güzel yemek yapmak, kocamın karnını doyurmakmış.
Koca demişken,
 “Karının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin!” de onun toplumdaki misyonu...
!Kocamın gönlünü hoş tutacakmışım, yatağını boş bırakmayacakmışım. Bırakmayacakmışım ki kocam başka kadınlara gitmesinmiş.
!Okumama gerek yokmuş, çünkü kocam bana bakarmış. Yeteneğim falan varsa bırak körelsin ne lüzumu varmış benim en başta gelen vazifelerim varmış zaten.
Yani ekonomik özgürlük kadına göre değilmiş öyle diyorlar. Hem başka adamların olduğu yerde çalışırsam mazallah namus gidermiş laf olurmuş.

Bu sığ düşünceler içinde kadın olmak öyle zor ki dünyanın her yerinde...
Tüm kadınlar hep bir ağızdan bunu söyleriz değil mi? : “Kadın olmak zor!”...
Olağanüstü hikayeler bir yana, sadece ve sadece dışarıda geçirdiğimiz bir günümüzü düşünün...
Kadın olarak ne kadar zor durumlara göğüs germek zorunda olduğumuzun farkındasınız değil mi?
Kaç çift gözün tacizine uğruyor, pis bakışlara maruz kalıyoruz.
Çirkin sözlerle laf atıp rahatsızlık verenleri saymıyorum bile...
Belki toplu taşıma araçlarında kalabalıktan istifade edip oramızı buramızı ellemeye çalışanlar oluyor.
Kimimiz ses çıkarıyor, kimimiz tepki göstermeye cesaret edemiyor belki de.
Sırf kadın olduğumuz için gece dışarıda gezemiyoruz. Gezersek kötü gözle bakılıyoruz.
Yine sadece kadın olduğumuz için kimi işlere alınmıyoruz.
Trafikte kaza olduğunda hep kadın sürücülerden bilinir, kadın araba süremez denilir.
Bu arada kadının trafikte bile taciz edildiğini söylememe gerek yok sanırım?..
Çok  zorlukla karşılaşıyoruz ama bu herşeyin sonu değil.
Çünkü
Ben bir kadınım;
Dalından koparılmaya çalışılan, ama dik durmaya inat eden...
Ben bir kadınım;
Güçlüyüm, gücümü hafife almayın...
Ben bir kadınım;
Gelecek güzel günlerin umudu...
Ben bir kadınım,
Ve bununla gurur duyuyorum!

Dip Not : Emekçi kadınlarımız dünyadaki toplam işin %66’sını yaptıkları ve yiyeceklerin %50’sini ürettikleri halde dünyadaki gelirin yalnızca %10’unu kazanıyor. Yorumu size bırakıyorum.

Başak 
// Okumayı Sürdürün

12 Ağustos 2012 Pazar

Faydalı Linkler





Toplum Gönüllüleri Vakfı : http://tog.org.tr/
Amargi Kadın Akademisi : http://www.amargi.org.tr/
Filmmor : http://www.filmmor.org/
Sosyalist Feminist Kolektif : http://www.sosyalistfeministkolektif.org/
Morçatı Kadın Sığınağı Vakfı : http://www.morcati.org.tr/tr
Lamdaistanbul : http://www.lambdaistanbul.org/s/
Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar : http://www.feministyaklasimlar.org/
Kadın Adayları Destekleme Derneği : http://www.ka-der.org.tr/tr/index.php
Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı : http://kedv.org.tr/
Kamer Vakfı : http://www.kamer.org.tr/
Kazete Bağımsız Kadın Gazetesi : http://www.kazete.com.tr/
Pazartesi,Feminist,Kaktüs Arşivi : http://www.pazartesidergisi.com/
Kadın Cinayetlerine İsyandayız : http://kadincinayetlerineisyandayiz.blogspot.com/
Uçan Süpürge : http://www.ucansupurge.org/turkce/index.php
Biz Erkek Değiliz İnsiyatifi : http://www.bizerkekdegilizinsiyatifi.blogspot.com/
Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu : http://www.kurtajhaktir.com/anasayfa/
Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler : http://www.kadinininsanhaklari.org/
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği : http://www.cydd.org.tr/
KAOS-GL : http://www.kaosgl.com/anasayfa.php
Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı : http://www.kadineserleri.org/
Van Kadın Derneği : http://www.vakad.org.tr/
Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi : http://www.keig.org/
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kadın Koordinasyon Merkezi : http://www.ibbkkm.org/




// Okumayı Sürdürün

Feminist Kütüphane



Makaleler:
Bilim ve Toplumsal Cinsiyet- Alev Özkazanç
Cinsel Taciz, Siyaset ve Taciz Siyaseti- Alev Özkazanç
Osmanlı Feminizmi- Uluslar arası Feminizm ve Doğu Kadınları- Elif Ekin akşit
Otoriter Türk Modernleşmesinin Cinsiyet Rejimi- Serpil Üşürsancar


Kitaplar:
Cinsel Politika: Kate Millet
Kadının Evrimi: Evelyn Reed
Ne Olursa Olsun Savaşıyorlar- Server Tanilli
Çöl Çiçeği- Waris Dirrie
Maternal Justice: Miriam Van Waters
And the Female Reform Tradition: Estelle Freedman
Geçmişten Günümüze Türkiye’ de Kadın Emeği: Ahmet Makal, Gülay Tokgöz
Tarihin Cinsiyeti: Fatmagül Berktay
Demokrasinin Cinsiyeti: Anne Philips
Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar: Kimlikler ve Toplumsal Dönüşümler- Deniz Kanriyoti
Bilim ve Cinsiyet Ayrımı: Evelyn Reed
Osmanlı Kadın Hareketi: Serpil Çakır

Filmler:

Klitoris Nedir?
Görünmeyen Emek
Seyahat
Dona Kalan
Mor Gündem 2005
Jinen Dengbej
// Okumayı Sürdürün

Pazartesi Dergisi'nden Beyhan Demir ile Röportaj





·         Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Merhaba ben Beyhan. İstanbul Üniversitesi siyasalda okudum. Pazartesi dergisiyle ilk tanışmam 1995 yılında oldu. O yıllarda kendime yeni yeni feminist diyordum. Doğrusu kadın erkek arasında bir sıkıntı vardı; ama çok da taşlar yerine oturmuyordu.1998 yılında işe başladım ve benim feminist tarihimin başlangıcı oldu. Yaklaşık olarak 11 sene çalıştım. Son üç senesinde de yayın yönetmeniydim.

·         Peki Pazartesi Dergisi nasıl başladı?

1995 yılında bir grup kadın tarafından kuruldu. Bu kadınların seksen öncesi sosyalist kadın hareketinin içindeydi ve yurt dışına çıktıkça kaynak sorunu yaşadıklarını fark eden insanlardı.  Bu sebeple 95 yılında bir şey yapalım diyerek politik, popüler, kapsayıcı ve aynı zamanda profesyonel bir iş yapmak amacıyla yola çıktılar. Pazartesi Dergisi’nin ilk sayısı o günlerde yaşanan bir olayı kapağına taşıyarak çıktı. Güneş K. Hasan Kaçan ve Metin Kaçan’ın tecavüz ettiği bir kadındı. Bu haber entelektüel ve sosyalist çevrelerde ciddi manada turnusol kâğıdı görevi gördü.  Devamında kadınlar memlekette neler oluyor sorusu sordu. Biz kadın olarak dünyadaki her şeyi tartışabilir dediler.



·         Derginin adı neden pazartesi oldu?

İsim bulma sürecinde anlamlı pek çok öneri tartışıldı. Aslında bu yönden pazartesi anlamsız bir isim. Biraz diyetlerin, önemli kararların, sigarayı bırakmanın yani her şeyin pazartesi başlamasına atıf yapıyor. Gazetenin tam adı Pazartesi Dergisi Kadınlara Mahsus Gazete. Aslında Kadınlara Mahsus Gazete çok eskiden çıkmıştı bizler onları anmak istedik.
Pazartesi Dergisi değişik bir gazete formatındaydı. Hatta ilk aldığımda açamayıp yırtmıştım. Önce gazete sonra dergi ve son olarak dosya formatında çıktı. Son sayısı da zaten 2007 de çıktı. Pazartesi Dergisi Kadın Kültür ve İletişim Vakfı tarafından çıkarıldı. Gazete popürleştikçe daha geniş ağa yayıldı. Benim gibi 30’lu yaşlardaki kadınlar için önemliydi. Renkliydi, klip eleştiri, ayıp köşeden siyasete her türlü başlık vardı. O zamanlar orada yazmış birçok kadın şu an farklı gazetelerde yazıyor. Pazartesi ile ilgili beş tane tez yazıldı; ancak hiç basılmadı. Vakıf olarak bir kitap basmak istiyoruz. Hep tarihi tartıştık, bundan sonra ne yapmak istediğimizi tartışmak istiyoruz. Amargi’yi mutlaka okuyun, bu tarihi yaşamış kadınlar tarafından yazıldı.



·         Okur kitlesi nasıldı?

İlk okurlarımız genellikle şehirli, okuyan yazan, orta sınıf kadınlardı. Daha sonra gazete yayıldıkça kitle de değişti. Bir nesil kadın için yetişme aracı oldu. Her konu türban tipi cezaevleri, kürtaj gibi pek çok konu tartışıldı. Yalnızca mağdur olanlar da değil, uzman kadınlarla da çalıştık. Tüm kadınlara ulaşmak istedik; fakat şimdiki genç kuşağa çok ulaşamadığımızın farkındayım. Özellikle 1985 sonrası nesil pek yok. Son sayısı 2007’de çıktı. Sahaflarda ve nadirkitap.com da eski sayıları bulabilirsiniz.

·         Pazartesi gazetesi için şu an ne hissediyorsunuz?

Şahane bir şey yaptık ve parçası olduğum için gururluyum.24-35 yaşlarım burada geçti. Çok kadının hayatı değişti. Oradan öğrendiklerimle başka yerlerde yazdım. Merak ve değiştirme konusunda büyük bir adımdı. Diğer dergilerden en büyük farkı kadın bedenimizi niye örtelim niye düzeltelim sorusunu sormasıydı.
Biz Duygu Asena’yı da sahiplendik. Ulrike Meinhof’u da sahiplendik. Çok uçları da içimize almaya çalıştık. Ki Ulrike Meinhof üzgün olmaktansa öfkeli olmayı tercih ederim demiş bir kadındı. Belki bundan sonra başka bir pazartesiyi siz çıkarırsınız.

·         Size okuyacak kadınlara söylemek istediğiniz nelerdir?

Akıl verecek konumda değilim. Keşfettiklerimden, yaşadıklarımdan öğrendiklerimden herkes faydalanabilsin isterim. Birbirini okuyan dinleyen kadınlarda da umarım her şey böyle olur. Hayatlarında bir kıpırtı olsun.
Uğraştıkça siz de güçleniyorsunuz. Şerbetleniyorsunuz yani. Bundan sonra rahat etmezsiniz.
                 

Pazartesi Dergisi arşivine buradan ulaşabilirsiniz:
http://www.pazartesidergisi.com/

// Okumayı Sürdürün