29 Ağustos 2012 Çarşamba

Kim Kaybediyor?




Gerçekten kim kaybediyor söylesenize bir bana? 

Hayattan istediklerini alamayan, çok farklı, çok acayip, kendilerini loser olarak tanımlayan iki erkeğin filmi Kaybedenler Kulübü.

Çoğunluğun bildiği gibi Kaybeden Kulübü hikayesini aynı isimli uzun yıllar devam etmiş/eden bir radyo programında alıyor. Yazının devamının onlarla değil onların filmiyle ilgili olduğunu özenle belirtmek isterim.

Filminle derdim eleştirdiği genel ahlak kuralları ve onlara uymak istemeyen insanların eleştirisi değil; ama ona çok yakın bir yerde.

Filmin üç ana karakteri var. Mete, Kaan ve Kaan’ın hayatına giren gizemli kadın Zeynep. Ancak Zeynep yalnızca başlarda çok farklı ya da filmdeki deyişle duman gibi bir kadın olmayı başarıyor. Çünkü sonraları Zeynep hepimizin bildiği veya öyle zannettiği bir kadına dönüşüyor.

Kaan’ı olduğu gibi kabul etmeyen, onu normlara uygun hale getirmeye çalışan, her şey de kusur bulan, romantik Hollywood filmlerinden çıkmış gibi davranan kısaca kadın olan bir Zeynep çıkıyor karşımıza.

Filmdeki neredeyse tüm kadınlar iki kafadarımızı düzeltmeye çalışan, yapamasalar da sürekli başlarının etini yiyen, toplum kurallarının bekçileri.

Radyodaki müdürleri onlara sürekli bir misyon yüklemeye çalışıyor.

Yardımcıları header “bu kadar çok kadınla” birlikte oldukları için onları suçluyor.

En iyi ihtimalle Mete’yi görmeye gelip ev arkadaşının sevgilisi olan kadın yalnızca sesini çıkarmadan oturuyor.

Kaydenler Kulübü aslında kendi sözünü en sonunda söylüyor: Kadınların özelliği ne biliyor musun? Seni sen yapan özelliklerine aşık olup sonra senden o özellikleri almaya kalkıyorlar.

Ve bu da izleyenlerin çoğu tarafından filmin en gerçekçi ve haklı sözü sayılıyor.

Teşekkürler kaybedenler kulübü. Kadınları kadınlara ve defalarca genellemeler yapmış olsalar da yeniden erkeklere anlattığınız için.

Fragman







// Okumayı Sürdürün

Uzun Bir Sessizliğe İşarettir Kadın Olmak



Zaman ,sesler, yaşam, çocuk,zorluk,çabalamak…Bu kelimeler tanıdık bir o kadar da aşina bize biz kadınlara yaşamın kısa bir parçası olarak da nitelendirilebilir. Kimdir kadın, nedir ya da ne değildir?

Bir sessizlik içinde kaybolan ama aslında çığlıklarını duyurmak için o koskoca toplum içinde feryat figan bağırabilmek için çırpınan ,çırpındıkça kaybolmaya mahkum olan kadın bizim kadınlarımız…

Kadın bir cinsel obje, tutku dolu bir varlık, istenilen, uğrunda mücadeleler verilen yakılan,yıkılan kadın o kadın ki onun uğruna ülkeler yok olmuş, insanlar can vermiştir. Peki bu kadar önemli bu kadınlar neden biz bunu gerçekten hissedemiyoruz ?

Geçenlerde bir sohbete tutuştuk arkadaşımla kadın-erkek muhabbeti üzerine ve çok fena cevaplar aldım kendimce J  kadın- erkek eşitliğinden bahsetme dedi kadın sürekli kendini beğendirme çabasında sürekli toplumda yer edinme çabasında sadece bel altı ve tatmin etme aracı, dahası kadının tek memesi yoksa, herhangi bir uzvu eksik veya sakat olsa alay konusu, dışlanma korkusu üzerine hakim  peki ama okutulmayan,hoooop !!! dünyaya gelir gelmez sen dayak yiyebilirsin, sen 15’inde parayla kocaya gidebilirsin, ömür boyu hizmetçilik yapabilirsin ,canımız ne zaman isterse seni beceririz muhabbetine maruz kalan da kadındır, savaşlarda cepheye silah taşıyan, çocuk doğuran, onu büyüten besleyen yeri gelince nice güzel başarılar kazanan da kadındır.

Şimdi soralım hep bir ağızdan kadın olmak uzun bir sessizliğe işaret değil midir ?

Damla Eker
   
                                                                                                                                  
// Okumayı Sürdürün

Ben Kadınım!


Kadın olmayı önce ben reddettim.

Özgür bir kadındım ben. Üniversitede okuyordum.

İstediğim gibi giyiniyordum.  Ne giydiğime bakmadan yiyip içiyordum.

Özgürdüm, param vardı yetecek kadar. Aklım vardı, cesaretim vardı.

Bana laf etmeyen ailemin, arkadaşlarımın, tanıdık tanımadık insanların takdiri vardı.

Ve her tartışmaya, kadınları aşağıladığını düşündüğüm insanlara karşı masaya bunlarla oturdum ben.

Ve neredeyse hepsini kendi farklı ve entelektüel dünyamızda bunlarla kazandım tartışmaları.


Kazandığımı düşündüm. Ne de olsa özgür ve eğitimli ve farklı ve bla bla bla genç bir kadındım ben.

Bir yerlerde, belki fiziksel olarak çok uzak olmasa da fikren çok uzak olduğum kadınlar vardı. Onlar bu kadar derinlemesine düşünemezlerdi. Çevrelerine boyun eğerlerdi. Kültürdendi biraz, biraz eğitimsizlikten. Bazıları benle aynı okulda okurlardı ama olsun, onların da cesaretleri yoktu. Onlar bu laf dalaşlarını kazanamazlardı ve zaten kazanmak da istemezlerdi.

Ben kazanırdım.

Benim gibiler kazanırdı.

Bizim geleceğimiz biraz daha “farklı” olacaktı. Dünyayı değiştiremesek de yakın çevremizi, kendi hayatımızı daha iyi hale getirecektik. Öyle genç kadınlardık biz.

Başka türlü değil. Kadın olmak suçtur, ayıptır, öyle öğrettiler bize diyen köylü kadınlardan değildik. Hem işe hem eve koşturan süper kadınlar annelerimiz gibi değildik. Akrabalarının yanında ayakta bekleyen yengelerimiz gibi de değildik. Hiç olmayacaktık.

Bir gün, ne kadar seksistsiniz denilen tartışmalardan birinde bir sonraki cümlem

“Beni insan olarak görün, kadın olarak değil.” oldu.

Kadın olmaktansa daha büyük bir paydanın içine girmek istedim. Ne de olsa hepimiz insandık. Hem insan hakları vardı. Bu hepimize yeterdi.

Yetmiyordu ve bunu ben dahil herkes biliyordu.

Hepimiz insandık ama ben karşımdaki adamdan farklıydım. Hatundum, kadındım. Bunları seviyordum. Daha az kadınsı olmak istemiyordum, kadınsı olmak birilerine kadınlığımı sunmak değildi. Kadın değil insan olmak, büyük denize karışmak istemiyordum!

Çok sonra fark ettim.

Ben kadın olmaktan kaçındım. Kadınlığı küçümsüyor diye birileri.

Ben özgür, eğitimli, entelektüel ve sözde bir sürü şey olan genç kadın

Kadın olmaktan kaçınıyordum.

Hepimiz kadın olmaktan korktuk, utandık.

Bacı olduk, insan olduk, anne olduk, kız olduk, hoca olduk.

Ama kadın olmayı nerede yaşarsak, ne giyersek, ne yaparsak yapalım

Kendimize yediremedik.


// Okumayı Sürdürün